bütün o ayrıksı inlemeler
türbenin kapısından geçerken kepenkli
yatağı oluyor türlü devinimlerin
göğsüne açtığım her kuğu göleti
güneşi yalap şalap ıslak ve tuzlu.
beni basamaklarına geçirir gibi korku
yüreğimi yüzüme gerdirir gibi susku
inip bacaklarımdan aşağı
inip sağanaklara yakın yıkıntı.
evimizin yanı dökme direk
kucağımda plastikten erimiş bir bebek
atıyorum şahsımı iletimsiz duvarlara
vura vura yüzümü oyuk sulara
bel çatlatan durağına geç
varıyorum, ardımda nasırlı dünya.
ne bir el işaretliyor belleğimi
ne kara kapımda tebeşirden harekeler
insanı her dertten eder
kendinle getirdiğin tekerlemeler
kuşağına sapladığın bıçakta, alnım sıcaklığı.
bulutu ez
ruhu kovar erdemlikler
çeneni kır
çene ki insanı arzusuz eder
ovamı geç
yokuş yok
suya var
yağmur al
toprak at
daha nice nice eklentiler
orada burada bizi bekler
neremizde çınlayabilir kekeme şehir
neresine yankı üfleriz ki semtin
ama
nineden kalma değil mi bu büyücükler?
-betül aydın