Emre merhaba. Korkunç İyi yayımlandı, hayırlı olsun hem sana hem de Edebi Şeyler‘e. Nasıl çıktı bu kitap ve neden böyle oldu?
Teşekkür ederim Ali, Türk şairlerinde “yazmıyorum ben” adında bir hastalığın olduğunu düşünüyorum. Fransızlardan bulaşmıştır bize; belirtisi kitap çıktıktan sonra şiirin yazılmaması. Bilinçli olarak böyle bir karar verilmemeli bence. Yeni bir şiir için kuluçka dönemi ya da bir tıkanıklık… doğrusu, bilemiyorum. Ben bu tutumdan sakındığımı düşünüyorum. Şiirin bir borçlusu olarak şiirden ne alındındıysa hemen verilmesi tarafındayım. Şiirle ilgili fark ettiklerimi paylaştım, tarihi ile ilgili malumatımı anlattım. Uzatmadan söyleyeyim; şiir yazdıkça yayımladım, yayımladıkça eksilmiş hissettim ve daha çok yazdım. Bu kitap böyle bir sirkülasyon sonucunda çıktı.
Neden mi böyle oldu? Eliot’un tarif ettiği platinium çubuk‘u yanlış anlayıp zihninde gerçek bir platinium çubuk yaratan bir canlı olarak, bu sefer platinium çubuğ’un tepkimeye girdiğini söyleyebilirim. iyi de oldu.
Korkunç İyi, bir şiir kitabı olmakla beraber, içerideki kimi şiirler itibariyle şiir hakkında, senin şiir anlayışın hakkında da konuşan bir kitap. Elbette bir şairin şiirlerini okurken onun şiirden ne anladığını anlarız ama burada durum biraz başka gibi. Neden bir tür “poetika” yazmak yerine şiirlerine koydun bu fikirleri? Bir tür “şiiri şiirle aramak” mı?
Bana göre poetika ya da manifesto yazıp yayımlamak yahut bildiriler sunmak, hile yapmakmış gibi geliyor. 2000’li yılların başında böyle bir moda vardı. Şairler yazdı ve iddiası olan şairler olarak yaşıtı olan diğer şairlerden sıyrıldılar, ikinci bir dalga daha geldi poetika yazan ama onlar sıyrılamadılar. Dönüp baktığımızda Türk Şiiri kitaplığı genişledi, şiir hakkında söylemler genişledi, tamam, ama yeni bin yılın ilk on yılında ihtiyacımız olan şey birilerinin çıkıp bize şiirin nasıl yazılacağını söylemesi miydi? Yapılan bütün şiir tariflerine karşı, şiiri bir inceleme konusu olarak şiirimde genişletmişim. Şiirin hatırlatma tarafı var ya Ali; bir şiir sadece iyi olduğu için de iyi olabilir ya, bunu hatırlatmak istemişim. Şiirde klişe kelimeler vardır (düşman kelimeler), şiirde şiir demeyiz mesela, şiirde şiir demek istemişim. Dediğin gibi, şiiri şiirle aramak olmuş. Şiir hakkında yazan biri olmak isterdim fakat eğitimim ve pratiklerim zayıf, bir gün gerçekten herkes çekilir ve şiirin buna ihtiyacı olduğunu düşünürsem yani bu iş bana kadar kalırsa elbette bunun için çabalayacağım. Bu işin alaylısı olarak…
“sen kimseyi sevemezsin sevmeyi sevmemek diye ayırıyorlar” diyorsun bir şiirinde. Hoş tevafuk; ben de bir şiirimde “sen kimseyi sevemezsin baş dönmesin eksik” demiştim yıllar evvel. Benimkinde sevmeye dair bir koşullama var ve bu açıdan tartışmaya pek açık değil. Sen ise burada “sevme” bahsini deşiyor ve kanatıyorsun; sevenin ve sevilenin dışındaki bir şeye havale ediyorsun. Korkunç İyi’de sevme konusu ciddi bir mesai harcatıyor okuyucuya. O nedenle sormak istiyorum: Sevmek ne demek ve nasıl senin için?
Dizelerimizin girişindeki akrabalıktan mutluluk duyarım. ‘baş dönmesi(n) eksik’ bölümündeki “n” harfi bütün ilgiyi üzerine çekmiş; bir harfe bu kadar yüklenildiğini ilk defa görüyorum. Bülent Keçeli’yi bu gözle okusak muhtemelen onda da rastlayabiliriz böyle bir harf ağırlığına. 🙂
Hıristyanlık, felsefesini sevgi üzerine kuruyor. İsa’yı havarilerinden daha fazla kişi sevdi. Yahuda, İsa’yı sevmediği için satmadı. Onun emriyle çarmıha gerildi fakat Pontius Pilatus’un onu sevmediğini söyleyemeyiz. Sevmeyi ya insanlık serüveninde kaybettik ya da bu süreçte bulduk. “Salt sevgi yoktur” diyemem zira daha önce tatmadıysak bunun eksikliğini nasıl duyuyoruz? Galiba sevmek hayati bir nokta; o azaldığı için yaşlanıyoruz ya da o azalınca yanlış yaşlanıyoruz. İnsan önce Allah’a olan inancını kaybeder ama sevgisi bir süre daha durur orada. Gerçekten çok zor bir soru. Kısaca şöyle diyeyim: sevmeyi duygusal yatırım olarak görmeyi reddediyorum. Benim için sevmek, sosyal bilimlerle değil de türkü ile, şiir ile, sezgi ile açıklananlar listesinde yer alıyor. Kısaca sevmek, herkese tırnağını gösterip, ona parmağını göstermektir.
Korkunç İyi’yi okurken kimi sözcüklere/temalara sık rastladığımı fark ettim. Bir istatistik yok ama bunları sıralamak isterim: “ölüm”, “dirim”, “koku”, “hata”, “sevmek”, “ev”. Bunlar okura bir şey söylüyor; peki sana ne söylüyor?
Nurettin Artam, Orhan Veli’nin “Yenisi” adlı kitabı için yazdığı bir yazıda Veli’nin fiyakalı/raconlu şiir yazmasına karşın pek de göründüğü gibi biri olmadığını söyler ve ekler: “inanmayan bir saçak tütün, bir cigara kağıdı ile imtihan etsin.” Bu iş de biraz böyledir; neyin yoksa onu yazarsın. Öyle pek de yakınım ölmedi ama ölecek olmalarının acısını duyuyorum. Adil olmayan bir dünyada yaşıyorum fakat şiirin neşesini taşırım. Çok zor koku alırım ama hoş kokunun kitabını yazdım. Hata ile şans ise kardeştir; Tanrı’nın çalışma prensiplerini anlıyorum ve titiz davranmadığında çok yorucu olabiliyor. Bütün canlıları seviyorum (yanılmışları unutmuşlardan bir tık fazla seviyorum). Gerçekten içinde yaşlanacağım bir evim olsun istiyorum, insanlık için gerçekleşecek bir dilek hakkım olsaydı herkesin bir ev ve bir iş sahibi olmasını dilerdim.
Dolaştırmadan soracağım: Ece Ayhan’ın, İzzet Yasar’ın ve Turgut Uyar’ın bu kitaptaki yeri nedir?
Üç şairin bu kitapta birikimleri dışında bir yeri olduğunu düşünmüyorum. İkinci Yeni şairlerine, şiire getirdikleri estetik özerklik için gerçekten müteşekkirim. İzzet Yasar’a gelirsek, kendisi yakınım olur. Şiirlerine herkes gibi ben de ihtiyaç duyuyorum; şairin kim olduğunu hatırlamak konusunda Yasar’ın [yalnızlığı] yaşamış olması beni güçlü kılıyor. Ayrıca bu listeye Sami Baydar’ı da eklerim. İlhan Berk, Galile Denizi kitabını “Mustafa Irgat’a, kuşağının en iyi şairine” diye imzalıyor. Hayır, kuşağının en iyi şairi İzzet Yasar’dı.
Kitapta saydığın isimlerden ziyade 2010’lu yıllarda şiire emek vermiş birçok yaşıtım yahut benden 5-10 yaş büyük şairlerin yerini daha fazla görüyorum. Ben 2014 yılında şiir yazmaya başladım ve 2010’lu şairlerden öğrendim şiir yazmayı. İsim ya da dergi saymak istemem ama seninle ortak bir listemiz olduğuna eminim.
Neden “antihoşkoku”? Sen de ilk kitabını reddeden şairlerden mi oldun?
Mallarmé’nin de dediği gibi, “bir kitap ne başlar ne biter, olsa olsa öyle görünür”. Hoş Koku da benim için bitmemiş bir kitaptı; yayımlandıktan sonra da şiirlerini yazmayı sürdürdüm. Hoş Koku’nun içinde “Kapıyı Kırdım: Yuha” isimli bir şiir var, doğrusu o “Korkunç İyi”de olmalıydı. Bunu seziyordum hatta biliyordum fakat ikinci kitabımın çıkmama ihtimaline karşı “Hoş Koku”dan çıkaramadım. İlk kitabımı reddetmiyorum, zayıf yanlarıyla da kabulüm. Şiir için bugün verdiğim bir emek, mücadele varsa Hoş Koku’yu yazan Emre’ye karşı duyduğum saygıdandır. Onu özlüyorum ama ikimiz adına sadece ben konuşuyorum.
İki dizenden bahis açmak istiyorum: biri “aşkı iyi ve kötüyle pek de alakası yokken gördüm”, diğeri ise “ya sevgi diye bir şey yoksa ve biz seninle aşk evliliği yaptıysak”. Yukarıdaki sorumu ve cevabını da hatırda tutarak, biraz da magazinci edasıyla sormak istiyorum: sevme’yi aşk’a tercih eden biri misin?
Aşk mı? Memleket bu hâldeyken mi? 🙂 Sevmeyi aşka tercih etmem ama aşk için de kılımı kıpırdatmam, sadece duymak bile çok güzel. Fakat sevmek gerçekten emek istiyor, sabit bir kalp istiyor. Kendimi överken en çok kullandığım cümlem şudur: “benim kalbim sabittir, diğerlerine benzemez.” Sevmekle ilgili sorularını “evet,” ya da “hayır,” diye cevaplayamayıp lafı dolandırdığımı fark etmişsindir. Gerçekten çok az “evet,” ya da “hayır,” demeliyiz. Galiba, sanırım, bence, belki de, ya/ya da gibi şeyleri ise daha fazla kullanabiliriz. Bu arada gerçekten aşkı iyi ve kötüden bağımsız olarak gördüm.
Cevaplamak istediğin bir “son soru” var mı? Varsa lütfen kendine sor ve cevapla.
“Bütün şairler kardeş midir?” Evet, kardeştir ama bağzıları sevişebiliyor; demek o kadar da kardeş değiliz. Fakat bildiğim bir şey varsa o da şairler benim düşmanım değil, çünkü düşmanım burada değil.