beş sabaha uyanmak | sude öztürk
bir,
buradan çok uzakta gibiydi
göğe baktığında ay’ın gözükmeyeceği kadar uzakta- uzak zamanların diyarında
eğilip büküldüğün o sonsuz uzayda
irrasyonel tüm sayıları resmetmiş
tüm kelimeleri tüketmiş
tüm boşlukları doldurmuşum
zamanı cebimde biriktirip kaybolduğuna inanmışım tüm duyguların
bir cenazede siyah kalmadığında anlamışım karanlığın gölgenden ne kadar uzakta kaldığını
iki,
kendini tanımıyor gibiydi
bu iki gözden, kulağına su kaçmış hissinden, birinin sana baktığını fark etmekten
uzaklaşmış etten, uzaklaşmış beyinden
kalbin atmıyor-atmasın / bu bedenden uzandım artık diğer zamanlara
aynı hızda dönmeyen bir dünyada, toprağın ikinci katında
dikenli güllerin yaprakları kesiyor tırnaklarını
saçların değiyor tanımadığın boyunlara
yarım asır bir sik başaramamış adamların gözlerinin yansımasında
kendini tanımıyor gibiydi yalnızca
üç,
buraya hiç gelinmemiş gibiydi
babaanne evi kokusu bir dolapta saklanmamışken
ince el derisi yaşlı damarlarını saklamış gibiydi
o dolabın arkasına dünyanın en çirkin kedisini çizmişim de kimse fark etmemiş
zaman aynı akmamış, kimse gitmemiş
annem hiç düşmemiş
babam üç kere ölmemiş
ben her şeyi unutmamışım gibiydi
dört,
hiçbir şey olmamış gibiydi
gecenin karanlığına karışıp, görünmüyoruz sanmıştık
kendimizi kaybedip aramayıp kaybedip aramayıp bir tramvay durağına işememiş gibiydik
bazı günlerin sabahları diğerlerinden daha erken doğarken,
bazı günlerin sabahları diğerlerinden daha çıplak uyanırken,
bazı günlerin sabahları yalnızca saklambaçtı
bilmediğim bir zamanda, bilmediğim bir evde, bilmediğim bir bedendeki bir sabahtı bu
sanki hiçbir şey olmamış gibiydi
beş,
his tüm muhakemelerin üstünde gibiydi
gibi yaşamamak için en çok kendine, içindeki sesin çatallanmasına bağlıydı
ağlamak, gözyaşlarınızın aktığı anda başlamaz
bundan birkaç saniye önce – uzak zamanların diyarında
bir bedene. bir zamana. bir alana. sahip olmak değil.
seneleri saymak değil seni avutan
geri dönüp bakmak, öyle gelmemesi, kendin kabul et artık bazı şeyleri
hissetmek, en otonomik sistemi bu yabancı bedenin
tüm muhakemelerin yanında
kendi bildiğin tek doğruyla yaşamak, bu koca yalnızlık kalabalığında
tüm zamanların en uzağında,
beş senede beş kere eriyelim o toprağın altında
-sude öztürk
tüm çerezleri kabul et | onur ocak
Burada ortalama şeylerden bahsediyorum
Beyindeki saydam koloni
Kulaktan ve gözden girdi
Ağızdan ve kasıktan çıktı
Bunların mutasyonlar olduğundan şüpheleniyorum
Kararsız element demek hoşa gideceği için
Tamlamalar, oksimoron şölenleri, biraz daha bağır anlaşılmıyor
Anlıyormuş gibi yapmaktan hep bu zamanın kötülükleri
Formüller, nasıl başardım videoları, biraz daha bağır anlaşılmıyor
Ayarlar/Genel/ Aktar veya sıfırla
Teknokratların yönergelerini takip et
Bunu Next tuşuna basarak yapabilirsin
Güvenlik duvarından atla
Böylece bir ağa bağlanacaksın
Değişiklikleri kaydet
Bir sorun oluştu
Sorunları gider
Sodyum toleranslı böbrek implantıyla deniz suyu içebilirsin
Susuzluğunu gider
Oh makineleriyle rüzgârı
Ateşli hastalıklarla üşümeyi gider
Bakarsın diş çarpmalarınla yeni bir dil bulunur
En sevdiğin hayvanı sırtından ısır
Açlığını gider
Biraz daha bağır anlaşılmıyor
Ayarlar/ Ses/ Uyarı sesi yüksekliği
Burada ortalama şeylerden bahsediyorum
Kafamı sepete ekle, alışverişe devam et
Adını ve aklını boş ver
Kalp duvarına ilan yapıştır
“Buraya bakarlar”
Orada olma
Birazdan dramatik etkiyi artırmak için ölmek diyeceğim
O zamana kadar göz hareketlerinle sıkıntını dindir
Yüzünü ayarla ağzını değiştir
Sırasıyla şöyle; ölmek, tümör, kötü haber
Ölmen tümörün için kötü haber
Kalp deme sakın
Bu her şeyi değiştirir
Kalp dersen arkadaşların seninle dalga geçer
– onur ocak
hasta la vista | fatih ceyhan
beni bir kez öldür, veresiye defterine yaz
ay başı gelsin şu maaş yatsın kesin ölürüm
balkonda oturmalara ceket astım bu aşk böyle yürümez
böyle ölmek olmaz ardında bir boşluk bırakmadan
gemi batıyor ama fareler dümeni bırakmıyor
peynir adasına sürüyoruz haritadan silmek için
yelkenler mora!
boyansın
aileler ürüyorum, balkonumun korkuluklarından sarkıtıyorum
sonsuzluğun çocuklarıyla tanıştırıyorum diye
havadan sudan kusturuyorum
tanıştırayım serseriler güneşlenmez
beni bir kez öldürdüler, veresiye defterine yazmadılar
bu azrail müessesedendi, şefin ikramı, kaderime afiyet
bluetooth bağlantısı kopmuş ailelere kızıl ötesi temas,
bizim devrimizde minarelerden cenaze marşı
okunuyor, manifestomuz buna meydan topladıkça
nasıl öleceğimizden haberleri olsun bağırıyoruz
kutsal bir ev biliyorum vahşileşiyorum yolunda giderken
bir dans biliyorum kutsal evimde ediyorum sadece onu
kafanı koparıyorum
adını unutuyorum
ensene üflüyorum
vahşileşiyorum
beni bir kez öldürüp veresiye defterine yazsalar
ölüm meleğiyle selamlaşamadan iflasım duyurulur
hikayeyi bir de benden dinle
iki kürt, bir acemi
istanbul’u yenmeye gelmiş olanı acemi
iki kürt olanlar cihangir’i arıyormuşlar
benim metafor iptal. hiç odalı sokaklarda
özümü dağıtacak muştayı düşürdüm, ondan iptal
ağzımda jilet esnettim, izmarit bastım dilime
seni seviyoruma dönmesin
beni bir kez öldürmüşler, veresiye defteri yokmuş
peşin peşin yalnızca siyaset öldürürmüş
çünkü türkiye’de demokrasi,
çünkü türkiye’de ondan varmış
herkes eşit ölsün
…
toprağa bir jilet ektim
gölgesinde kanayabileceğim bir ustura ağacı diktim
arka cebimde çöplük taşıyorum
içine dünyayı attım buruşturup
içine kırıştırıp yürüdüğüm zamanları
çöpçüler maaşlarını hak etsin diye
sokağa döktüm sonsuz sürmesini istediğim anları
gerçeklik sınırlarımı yürüyerek geçti
hayal dünyamda mülteci krizi alarmı war (ning)
fantastik öykülerime hakikat sızdı
aramıza çizgiler çizip tanrıyı da bozduk
uslu bir köpek rolü kulübemi yıkar
salyalı bir köpeği uslandırabilirim ona elimi gösterip
kaderimi okutarak yani ona bahçemdeki jiletleri gösterebilirim
toprağımın ölümü yetiştirdiğini ve
– fatih ceyhan
diary of a murderer martin | yiğit bağcı
20 mart 2019
kanatlarının altındaki hastalıkta yüzeriz.
avucumda biraz da çocuk parmakları çizgiler belirler,
özlemek hıçkırığıyla geçecek bir bahçeye ekildi mi çürük kemikler,
zamanlar sanırım çözülemeyecek bir sese döner,
lirleri çatlamış deride iki katil: size de hoş geldiniz demek lazım.
kıpırtısızca sokulan iki göz: size de ölmeyi öğretmek lazım.
ki nasılsa reflekstir
iki serserinin kalp kemirmeleri.
21-22 aralık 2019
ilk ölümler sessizliğin gözyaşında biraz da kör ve tatlıdır.
narince yırtılan çığlıklar kabzada toplanır,
yeraltının tırnakları uzar, tıpkı bir kirpiyi ezen ayak gibi tutunur eşine..
duymamayı seversin kanı, belki biraz denizanası olup kuma fırlatılmayı.
yatağının altında rüyadan ölen biri sana doğru esner, sen sanırım yutkunarak kabus görmekten kendini sakınırsın.
kaburgalar yavaşça birbirine doğru çekilir
kırılan ilk kemiğin imzasıdır nefesteki yara.
lazarusum bir şair yarattın,
teşekkür ederim.
8 ağustos 2020
yaz yalnızca melekleri yakardı, annem bana böyle anlatmadı.
26 eylül 2020
kalıp seni seyrettim.
aynada:
yorgun alevler akıl hastanesi bahçesinde iki çiçeğe adımlıyordu.
ciğerimin altına kırmızı parmaklarla işlenmiş ay yarığında
günahlarını silmemeyi,
kokunu otobüs koltuklarında bırakmamayı,
ingiltere sokaklarındaki karındeşen jack’i,
mezarlara en güzel aşkın yağmurlar bırakmak olduğunu,
öğreteceğim sana.
ve göğsüne gömemediğim ağrılar şimdi kışı üşütecek.
13 temmuz 2021
uçurtmalar bulutlara saplı.
halbuki aramızdan sıyrılan hançer seviyordu bizi.
6 temmuz 2022
kör piyanist sızlayarak notasını öperdi.
herkes inanmak ister biraz: kozasına dönen kelebeğin ölmediğine, hiçbir bebeğin büyümediğine,
psikanalitik sevişmelerin mastürbasyon olmadığına, otopsiye yazılan dudak izi kalmadığına..
ve herkes yine duymamak ister biraz: vicdanlı aşklardır süregelen hep avutmalar-avunmalar,
iki katili anlatan
tatlı..çocuk masalları da var.
(bilinçaltımızda dönen film şeridine kader demektir aslen en masum yalanlar.)
8 ağustos 2022
ölülerin neden hâla telefonları çalar?
– yiğit bağcı
çağ kafa tüyü | ismail demir
Tadı kaçan şeylerden ben yorgunum
Ayaklarım hasta
Zihnim duruldu, bulanıklığı uzun zamandır
An beni sardı an beni saldı dünyaya
Ona hediyeler getirdim günahlar
Sırtım taş oldu yakışacağını aramadı
gün yakışanı taktı boynuna
Azimse biraz taşıyanı saz kendini bulmalı rüyadır
Kırmalı bileğini kalbini okutmalı
Söz kınından çıktığı zaman
Kul kendini bilmeyi özler durur, özler duru, özler durulur yalın ayak
İsmail: Çinli bir salto ayağını maziye dayamalı özler kuru özler güğüm özlem bastı bacak
Hasret kaçar gider kendini astı ayak
Şimdi feleğe gelecek rövanşta çeksem rövaşata uyansam asfaltta
Halı yıkasak tarihe geçsek
Overlok makinası ayağımıza gelse farklı anlamlar çıkarsak
Sökülsek ip boyasak
İsmail: Eksikte bir gemi limanda bağlı değil ama
Soğutsak yüreğini geminin dalga dalga dalgalan dağlara koştursak
Arpa versek kuşansak
Yola vursak gücensek tavrından
Bir Bağdat a sürsek inansak
Bir limanda. Bağlı değil gemi eksikte ama
Tekrar sökülmesi ip boyaması tekrar
Derya da bin derya bulsak kaybetsek birbirimizi
Bulmak kolay aramak zor gelir bana
şimdi hazır bin süvari atlarını çekmişler dara
duruyorlar vücut hal imkan içinden
su hikmetini zamanın eline vermiş
şafak sökecek Suna alarm kuracak
uyanacak saat öldüğü zaman
senin ağladığın her mevsim hayata kaçacak
Çıkacak zagrebinden yollar
Zamandan kaçışın yok. Ne ölü ne canlısın. Ne melek ne şeytansı.
Ne eksik ne fazlasın.
Bildiklerini soracaklar. Bildiklerin senin değil. Nefesin kopacak ağzını tutmaktan ağzında acı bir tat dilinde volta istasyonu kekeme meydanı boş kalacak.
Oturup bir taşın üstüne rüzgarı tavlayacaksın. Suna çaydan geçecek sen ıslanacaksın.
– ismail demir