#1
HEP O ENDİŞE
Çok nasılsın. Ben bugün çok yemek yedim. Çok ağladım. Utana sıkıla bisiklete bindim ben bugün. Bugün bir yerden bir yere gittim. Yüzüm bile kızarmadı. Çok fotoğraf çektim bugün, hepsi flu çıktı. Çünkü telefonumun kamerası çok bozuk.
13 saat sürdüm bugün. Çok şişti içim. Çok ses duydum, çok ıspanak yedim. Çünkü arada sırada ev yemeği yemeliyiz. İroni yaptım, çok oldu, bayılırsın. Çok ilerledim durduğum yerde. Yağmuru kameraya aldım. Tıpkı bir orospu çocuğu gibi.
Bugün çok yaşadım hapşurduktan sonra. Sende gördüm. Tükenmiş bir tükenmez kalem gibiyim. Saat piliyim. Değerim çok bilinmiyor, bu resmi baştan çizmeliyim. Çok traş oldum hiç köşem kalmadı. Kimseyi incitemiyorum bile. Böyle herkes çok yorulur. Çok yol olunur. Çoğulur. Bilmiyorum, zihnim de aksıyor kalbim de.
Arjantin – Meksika maçı nolur?
-AHMET KESKİNKILIÇ
#2
hatırlama
Taşın ateşe sığmadığı gökboyundan aşağı
sarkaçlar sallantıyla, kıpırdadı yaprak,
öğürseyip tükürdü ağaç
ağzına üflenen baklayı.
Uluağaç, karagüneş,
beyaz mavi dalları doğanın,
altına girip üstüne çıktığımız sağlamkaya,
pekiştirilmiş topraktan ibaret efendiler biz.
Kısık kandillerin yelpazeli ışıltısı,
aynayı gümüş sandıklarıyla kurtardı.
Soğuk söktü resimlerini duvardan,
gün ışıksız boğuldu, asıldı incelikle hızla kilo vermiş ayna.
Çataloluk, kurban pınarı, keçi kalesi
ömrünce taş yarmayan imbat rüzgarları,
aktı seher yelinin içinden,
döküldü bahçedeki kuyudan, yalan.
İnkar harbi divanı,
son gün yakılan tezkereden nağmeler,
ipini çektiğim yollar elime kaldı
gam taşıdı Allah ın trenleri
sönmüş güneşe uzandım.
Elif be te se cim ha hı dal zel ra
Yunus tek seferlik dalsın benim için ummana,
kim olduğunu unut Yunus,
feleğin şaşsın sıska çık çembere
yenilsen yenilsen yenilsen
doyulmaz
sin şın sad dat ayn gayn
tebelleş ol duygularıma
gözlerimi abart.
– ismail demir
#3
GÖKYÜZÜNDE ZEMİN
geriye dönüp bakıyorum iflah olanlara
özgürlüğümü böyle riske atarak askere gitmiyorum
nasıl koştuğumu göremiyorum yurt dışına çıkamıyorum
sadece birkaç yaz için trade yapacağım bu da bana ders
ekmeği kırdım ve vegan tabaklar paylaştım pikniklerde
upcycle moda markası kuruyorum, dünyayı kurtarıyor sanıyorum.
odalara girdiğinizde hepiniz çok gürültülü
bu bizim varlığımız risiko artar büyüdükçe sen
tek yaptığım bakmak, kamera açmak, zom olmak
onlara küçük bir mesaj göndermek
buğlem’in istediği gibi saçımı kısa kestirmek.
eski şehir yanmış kü tuzağından geriye dönemezsin
kalktım yanmış plastikle dolu
eskisi gibi bitirmeme izin ver, paranoya suçlar beni ondan
düşürdü ve bu uzun ömür beni aldı
bahçem evimde komşular izliyor
30 yaşına gelene kadar böyle dublör tutacağım
muhtemelen idareten uzun ömür eziyet
hala en uzun süre kim dayanır, bu gerçek
sadece bir yaz için trade yapacağım
bir sonraki kilitle, bir bağımlılık hücresinden sokaklara
nasıl koşarsın atlarla ya da motosikletle
Allah’tan motorcunun yağmurluğu var
hayatı Fenerbahçe gibi şampiyonsuz ama
en büyük takım olarak yaşa.
uyuşturucu satıcıları, vaizler yalancı idi
yalancıydı yazmaktan daha havalı idi ayırmak
sedat peker’in masasında
bir Beğenmeyenler Otopside kitabı olsa
bizi inkar edemez merdivenlere alırlardı
balık tutmayan derin sularız
nerede her hafta biri öldürülür
duyulmadan kelime i şehadet
bu ışıktan çok mumdur sen de biraz itaat et
diye bağırıyorum duvarlarda yazılanlara
“üzerini çıkar” diyen zarlarla
elimi sıkarken cinsiyet.
bu sokaklarda bir dolandırıcıysan
işte sana bazı samimi tavsiyeler (iyi dinle)
muhtemelen hiç bir gram beyazı pişirmedin (kahretsin) onları
artık elmasların sadece ışıkta durduğunda dans et
not et kıyamet geldiğinde
genellikle servet yakın olduğunda
aynı nefeste birbiriyle seviştiğinde kalbinin
servetten kırılan fakirleri tanıyorum.
yeni bağımlılıklar çarmıha gerilmeye dönüş (beni duydun mu?)
ailem için sömürüyoruz
papa da ailesi için sömürüyor çünkü
insanlar çünkü onlar gerçek bağımlılıkları düzeltmeleri gerek
bizi kırbaçladığımız suçlara göre yargılamayı seç
çocukların bilgisayar bağımlılığıyla yalan söylemesini izle (düz yalanlar)
kalbimi geçerken elimi gökyüzüne koy
rakiplerin gibi pişir sakın yakalanma
en yakın arkadaşına bile
onların kenarda durmaya ihtiyacı olmasaydı
önce gururuna düşüşünü izle
büyük bir düşüş götürdüğünü hatırla
gördüğüm sevgililer, gökyüzünde zemin oldu yanımda
çünkü öldüğüm çağrıyı almak tepinip duran
herhangi mezar var olmadığını içine girilecek
ben kahrolası ülkemle
fark ettim daha çocuk yaşta.
– OĞUzCAN VS. ÖNVER
#4
yoklar kabristanı
oluş ve bozoluş-
-nasıl bir yaprağı yanan ağaç köküne değin yangınsa
insan da hakikatin izini kaybettirdiği külüdür kendi kabristanında.
gölge kristalize olmaya yeltenen bir maskedir
ölmak diye yazılıyordu artık,
uz bilmenin çoğunluğuyla
parmak izlerinden tiksinen şakaklarda
o mezarların üstünde
örtünerek
uyuyorduk
ya da ben
bir yılan gibi kulaksız olmayı diliyordum yalnızca.
herkesin
gizlediği bir rahmi vardı sırtında
için sancılarıyla yüz çizen
için gri süzülen, için kamburuna sis olan
kaşıyarak tırnak içlerinde biriktirdiği kirle
başkasının irinine yaslanarak
gölge sancısıyla kavrulan.
bize kakalanan miras boğulan bir çiçeğin ikilemiydi
tanrı
diğer hayvanlardan ayrıldığımızı
fersah fersah alınlarımıza kazırken
tembihlemişti çoktan,
halbuki
korkaraktan itiraf edemediğimiz
günlük sayfalarındaki suydu;
imzası nefislerin.
ve
bizi kazıdıklarında
gebe bırakıyorlardı ölümü
bizi açtıklarında
işte öyle
sessiz bir hafızaydı yalnızca.
kalplerimize attığımız her bir sütürün ismiydi sığındığımız tanrıların isimleri ()
nasıl ki bir zerreye ulaşıyorsa
yalnızca her değirmide
kabuğu soyulan su kaplumbağası
ağızlarımıza tıkadıkları hayat da
göğsümüze uzanan
bir başkasının terk ettiği
soğuk mağaraydı
pustan.
ve
bir gün olur da ölmek istersek
diye giydirdikleri kimsesiz iskelet,
iskemlesinde
ruha uzanmayalım diye
verdikleri bir parmaklıktan
farksızdı.
doğmak peyderpey bir gölgeyi tutmaya tabiydi
kamburumuzu
seyircisiz bir salona verdiğimizde
nasıl tereddütsüzce mahkumiyete sarıldıysak
çürümek kendi tükenişinde kaybolmak değil
ölümün adresini bilmekti.
irşat ettikleri
bizi çıkardıkları yere geri çağırıyordu
ya da aslında yalnızca avunuyorduk
gelmemiştik buraya
hiç.
ol(m)uş ve bozuluş-
-hiçlik dişleriyle hiçbir ölüm kemirilmedi,
söktü kendini kendi coğrafyasından
yok’larcasına.
– yiğit bağcı
#5
Bi Linç Kaybı
Eve gelmek demek..
her zaman evine gelmek demek değildir
Geceleri bile anlamazlar
Cevap verme
Ben oral fiksasyona emeklediğim sıralarda sen okuma biliyordun.
Saatteki akrebinin kıskacı etime battığından beri
hiçbir şeyi nihayete erdirebildiğim yok
Sonumu çok merak ediyorum
Bu yeşil yara çok tanıdık
ancak bi tanıdık
böylesine çiçekli bi yara bırakır
Babam ruhumu çok çiçeklendirdi
Belki de bu sebepten ben sabahları asla portakal suyu içmem
Meçhule intikalim fena bi ihtiyaçtı çünkü.
Geldi zaman.
Bilmedi gitmek..
Tahta bi bebek oldum, demir bi surat oldum, küçük bi kadın oldum
Ruhum çiçek bahçesi
Tanıdık ve yeşil..
Ruhum hep cumartesi
Babam sadece pazarları elimi tutardı
Belki de ben bu sebepten asla sinirli sinirli bisiklet sürmem
Tanrı muhakkak affeder bizi
sadece bunun için bile
– şura aykan
#6
Fin de Siècle
İşte biz o gün tükeneceğiz
polifonik telefon melodisi
çalarmış gibi
oluverdi —
Ve bizim sandığımız kentlerin sonuna geldik
tümseklerin, C-25’in ve kedi mamalarının
Martıların estetik rejimi
siyaset sahnesinin dışında kalıyor
Burası neresi burdan çıkış yok
Ya İlhan Berk olmasaydı,
ya Rosa Luxemburg ve Yeldeğirmeni’ndeki kırtasiyeci adam
(Hâlâ şifa veriyor mu otlar filan?)
Çünkü bu dünya iyilerin yüzü suyu hürmetine dönüyor
Geri kalanlar keşke kötü olsa
Çık pozdan
Gel gezelim
Demon’una sarıl
desen de duymazlar
Çünkü bu dünya mobeseli bir panayır
ve insan kendi retoriğini kendine üstben yapabilen bir canlı
Baksana Şule Gürbüz bile öyle
Bazı şüphelere kapılıyorum gide gide
Seküler olduğum için adını koyamıyorum
Çok seviyorum sembol, inanmazsınız
Rilke’yi çağırıyorum
Çağını bir pelerin gibi tersyüz edip
yavaşça göğe bıraktığı için herhalde
bir de yay erkeği
Bilmiyorum neden Nietzsche değil,
daha bir yakın, sakıncasız Freud’dan,
Marks’tan ve bilcümle ağır adamdan, şair
Gel diyorum, mana âlemimi birlikte karıştıralım
Bu kadar yaralı olma, yüzyıl sonu hastalığım,
Her canlı bir gün politiktir
Ve düşünüyorum, ya Graham Bell’in annesi sağır olmasaydı
ya Cansever buyurmasaydı
“Hangi telefonu açsalar gökyüzü” diye
Dünyanın yüzü suyu hürmetine hadi bir çeşme yaptırıyorum
Duvara Karşı’da klozete bir tencere biber dolması döküyorlar, ben
Vlora Han’da kokoreç yiyorum art nouveau gözyaşım
Çünkü çağdaş sanat kitabı gibi konuşuyor herkes
Söylem mekânlarında pipet gibi oturuyoruz akışkan ahvalimiz içre
Çünkü kimsenin sonunda t yok herkes serbes
13 inç macbook elimizde
Yenikapı’dan nereye doğru giden bir trendeyiz, hangi kapıyı açsalar yeryüzü
Ölümüne prekaryayız da yok saatleri ayarlayacak enstitü, pıt –
-AYŞE GÖRKEM KOZANOĞLU
#7
temmuz mmentom
Sen semi cenkıns’ı hatırlayadur
Bense metavörs yoğurtçumda LGBTİ
Q allah müstahakını senin, unuttun mu
Bizde sondan eklemelidir yükler
Gitme dur dur ki yarınımız belki
denizden tuz sana, ada kuşun
yazlık arkadaşın birinde kirâ
Ayşe bütün kadınlar kahkaha
Duâda Ömer Sırtı Avangarda verik
Biçak soksam mecûsî sayılır mıyım
Dublajlıdır hâzıfamda amïèrıkadan filimler
entelleşti dilimizin kılları kızararak
şükür şimdi artık hep novellogü
hep sarı bacaklar hep lut hep cumâ
Hatırlaya mı bastın durda mı kaldın
İkisi birlikte asması çardakta, olmaz
olamaz zinhar biz oy vermedik
Reylerimiz ree’lerimiz reisimiz
Reelde görüşüyor muyduk?
Sâhi oyu çobanla benim birmi
bikiniler de kanar ahmetâbiler
– marlow
#8
göç
Sular donar.
sular donsun için gelir kış.
gelir kış, gitmez.
gitmez soğuktur korkusu Ademoğlunun.
aldım ucuca ekledim sizi: bir sonsuz.
eskiyen çocuklar süreğenliği: bir başka sonsuz.
Bütün taşları ellerimle dizdim.
tek tek dizdim. getirdim koydum:
çocuklar evlenirse taşları
yan bahçeye de taşları
torunlar koşuşur taşları
Bizi birbirimize bağlar
ne olmadığımız.
konuşurdan, gösterirden korkan yüce soy
siz büyüdünüz, kanın adını andınız.
Bir sarmal orada durur.
durur sarmal. değişmez.
açılmaz. büyümez.
Kara bakıp gittiler.
Onlar, evdekiler.
budununuz olmaz, az demeye
samansızlığa hayvanlarıyla
üç evin gözüne sokup bir ölüyü
daha büyük kapı örüp gittiler.
öteyi örttüler. çivilediler. nehri beklediler.
şekil alırlıkları çevrildi, başka olmadı.
uzadı, yürüdü devinim bilmem kaçıncı dördünde.
dikildiler. devrildiler. kurudular.
Beni onlar buldu, ben bulmadım.
toprağı kazacak dermanları yoktu: kazdım.
kollarımız, ayaklarımız var dediler: tuttum.
kızlarımız var dediler: soydum.
ıslaktan teneşirlere yorganlarla
baktım, gece rüzgarında ottular.
baktım, kamaştılar.
– ezgi şimşek
#9
21 gram
ölülerin ardından sonu gelmez şarkılar söylemeli
sisli günlere inat
çünkü
adamın ruhu ayakkabısının deliğinden uçtu
büyüdü karadelik yuttu herkesi
bir adamın ‘hala utanabiliyorum’ demesi kadar
utandı güneş
şimdi yıllanmış bir safra
damıtılmış zehir
kül tabağında dudak
üzerine katran dökülmüş pamuk ipliği
çocukluğumun sır dolu çekmeceleri
başıyla asfaltı mühürleyen ilk aşk
adamın ruhu ayakkabısının deliğinden uçtu
sonra zamana sakız yapıştı
– Nurhan avcı
#10
Başlangıcın Sonu Sonun Başlangıcı
siyah beyaz fotoğraflara yazılmış hikâyelerim
magma arzusuna takılmış dip sarhoş balık
kuyruğunda bir rüzgâr gülü sadece siyah
ısırdığım tüm tenler canıma batıyor, mavi tükür
inançlarını çivile duymasınlar kırmızı karlar geldiğinde
hiçbir hücre bölünmedi yanılsama
akhilleus gözlüklerin var mı
tüm avm donlarıyla yiyişin happy black friday
çöp konteynerinde jilet kesikleri zenci akıyor
siz kimin reenkarnesisiniz senyör
ölemezsiniz bu gece hiç ölemezsiniz
bana bildiğiniz edepli bir dil söyleyin
tanımlamasın sizi
takvime işaretlemesin
kodlamasın bir ve sıfır
annem sosyolojide bir halken
ya da
bana netliğinizi veriniz pür
dümdüz
ben bu hikâyeye son yazamam senyör
nokta koyamam
– nurhan avcı
#11
Üşüdüğümü Diyorlar
Sıcak bir geçiş, çimlerin üzerindeki
Şükür, damlalar kiremite karıştı çatı diplerinde
Göz akımı dönerken tatlı bir tevatür
Yapamadığım bir çok şey var
Bakışları şüpheli, diyorlar ki benim içi
Nedir bizim bilmediğimiz de bunun bildiği
Diyenler oluyor sıcak bir günü üşüdüğümü
Uzak bir sanrıda bedenime yabancı,
Hafızamın en çengelli yeri,
Bildiğim her şeyin en mükellef cahiliyim
Ortalık duruldu yağmurla birlikte
Önce tek tük kalabalık,
Caddeler, kentin göbeği,
Bitmemiş binaların çelikten mızrakları.
Tüm şehir, kuru bir insan istifine çaldı sonra
Yazları boğulmam insandan değil, yalnızlıktan
Ancak bu mevsim başka,
Sevgimi bir kefeye koyuyorum,
Diğer kefesinde en meyus heyecanlarım,
Beni ölçeceği yerde,
Çıplak bir yoklayışla nabzımı deşen hassas ayarların,
Uzun sürmemeli, yalnız tek mevsim ayırmalı aşka
Neden böylesin deniyor,
Hep bir kaşın hizasında yüreğinin
Gergin sınıf ortamlarının,
En suskunu sensin, ortalık eğlencelerin
Soruyorlar kesin bir inatla,
İşaret ediyorum kırıl kırıl bir parmakla
Son iki hecesini içinde yaşadığım şehrin
Yaz rüzgarları ya serindir ya kavruk
Bir hastaneyi ziyaret ettim ancak sebebi yoktu
Uzayan sıralarda hastalık, nedeni bilinmedik
Üşüntümü diyorlar da beni unutmayı hiç ıskalamıyorlar
Ne yaşanacak bir şehir var
Ne sevilecek bir kadın kaldı
Bizlere yaşamak fırsatı verilmiş
Yine de mutluyum, şehrimin sahili göğe uzanır
Boşaltır aldıklarını, ordan günortasına
Ölüm, doğumun en şiddetli yankısı
Düşüyorum, tutacak oluyorlar
Ellerinde şirin sözler ve neşelik mezeler
Düşüşüm çağla yeşili karanlıklara
Ki yüzüm en çok geceye uyuyor
Sanki onu ben oymuşum,
Kendimden ördüğüm yakınlıklara.
Aydınlık. Sakin bir bekleyişle
Yağlı alnını, çiziklerini okuduğum o latife,
Sırıtıyor. Yüzüne tüm utançlarımı koymuşum.
– tevfik kanoğlu
#11
[]MEDİNE İÇİN İKİ ŞEY
dostum m. s.’ye
çiviler
Seni kıstıran bir şey var sahnelerde
Seni suç ortaklarının en hallisine bırakan
Ebeveyn boğumuna seni doğum bırakan
Çay kaşığının şıngırtısına terennüm
Bağcılara giden otobüslere ölüm
Seni sıkıp sıkıp deterjanlı sulara bırakan
Bir masalın erkeğine seni kuma bırakan
Gizli silahların kahrıyla deşen böğrünü
Sahnelerde boğup döğüp kıstıran bir şey
Duvara çivilemeli!
sular
Burada isen oraya kurulan evin şenliği
Orada isen buranın içine uzaktan merhamet
Seni şehriçi biletlere değil turnikelere garlara hiç
Seni yollara, erişilebilir
Seni dağlara, çıkılabilir
Seni ödenebilir biletlere kuran bir şey var
Kuran bir şey var diye bir şey yüzondört kısım
Seni kısım kısım o şeye ileten şeyhler var alelade
Parkların büyük çınarları altına gizlenmiş tevbe yüzükleri
Her masalın asıl kadını olduğun plastik mermiler
Seni soğuk fakülte duvarında var eden mahremiyet o şey ah o şey
Bir şey, bir şeyh alelade, içine gömülü bir yerde o şeyden bir şey
Bir el versen çiçek verir bir gülsen bahçalar ıslak
Başkalarına olmaz tek sana sarılan tütünler, tütünler ıslak
Sulara çitilemeli…
– enes ateş
dergi
kafagözdeşiirvar
yakında. çok yakınında.
Latest news